‘Ortadoğu’daki değişimde Ukrayna etkili oldu; Rusların ABD ve NATO’ya meydan okuduğunu gördüler.
Biden yönetimi, ABD’nin küresel hegemonyasındaki gerilemeyi tersine çevirmeye çalışırken, Ortadoğu’daki klasik müttefiki Suudi Arabistan ile gidişatı tersine çevirme çabaları dikkat çekiyor.
Batı medyası, Biden yönetiminin Suudi Arabistan ve veliaht prensi Muhammed bin Salman ile ilişkilerde ‘sıfırlamaya’ doğru gittiği haberlerine yer veriyor. ABD’nin, Trump döneminde yönettiği İsrail’in Arap ülkeleriyle normalleşmesini de içeren İbrahim/İbrahim anlaşmalarını Suudi Arabistan’a uzatacak şekilde müzakereler yürüttüğü belirtiliyor. Riyad’ın özellikle nükleer teknoloji konusunda yürüttüğü müzakerelere yansırken, Biden yönetiminin İsrail’i de içine alacak yeni bir güvenlik yapısı için baskı yaptığına dair haberler geliyor.
Ortadoğu’da Çin ve Rusya’nın giderek daha etkili hale geldiği bir ortamda, araştırmacı yazar Buyruk Ashnas ile ABD’nin Ortadoğu’daki ‘yeniden konumlandırma’ çabalarını ve bunun bölgedeki gelişmelere yansımalarını konuştuk. .
‘Veliaht prens başta başarısız olsa da imdadına dünya koşullarındaki büyük değişiklik yetişti’
Emir Aynas’a göre Ortadoğu’nun lider ülkesi Suudi Arabistan’ın politikalarına yansıyan gelişmeler, ABD hegemonyasındaki gerilemeyle bağlantılı. Güç potansiyeliyle bölgenin lider ülkesi olan Suudi Arabistan’ın bu durumdan en çok yararlanacağını belirten Ashnas, veliaht prensin iktidarının başında ‘kusur’ olmasına rağmen dünya koşullarındaki büyük değişikliğin geldiğini söyledi. onu kurtarmak için:
“Küresel değişimin Ortadoğu’ya yansıması. Temel prestiji, birkaç farklı şekilde ifade edilen Amerika hegemonyasının düşüşüyle ilgilidir. Amerika da bunun farkında. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan, Mayıs ayında yeni dünya düzeninin kendileri için ne tür riskler taşıdığını anlatan bir konuşma yaptı. Bir anlamda dünya neo-liberalizminin ertelenmeye başladığını görüyoruz. Bu düşüş Ortadoğu’ya da yansıdı. Suudi Arabistan, bölgedeki mevcut hegemonyanın düşüşünden en fazla yararlanabilecek ülkedir. Ekonomik olarak ilk 20 içinde yer almaktadır. Suudi nüfusunun 35 milyon, bizimkinin ise 85 milyon civarında olduğu düşünülürse milli gelir olarak bizim çok üstümüzde bir ülke. Ekonomik potansiyeli de çok daha yüksektir. Başta güç olmak üzere kaynak prestiji açısından dünyanın önde gelen ülkeleri arasında ortalarda yer almaktadır. Ayrıca yönetimin fiilen hakimi olan veliaht prensin ekonomik gelişmede rolü vardır. İlk başta, veliaht prens diplomatik ve siyasi olarak başarısız oldu. Kaşıkçı olayı oldu, Lübnan Başbakanı’nı kaçırdı. Fransa, Lübnan’a müdahale edince onu kurtarmayı başardı. Ama açıkçası dünya koşullarındaki büyük değişiklik bir anlamda imdadına yetişti.”
“Rusların meydan okumasını gördüler ve bu mümkün oldu”
Ortadoğu’daki değişimde Ukrayna ihtilafının belirleyici olduğuna dikkat çeken Ashnas, Rusya’nın ABD ve NATO’ya meydan okumasını gören bölgesel güçlerin değerine dikkat çekti. Ashnas, bunun ABD ile yeni bir temas formatına yol açtığını vurguladı:
“Bence burada Ukrayna savaşı belirleyici oldu. Rusların Amerika’ya ve NATO’ya meydan okuduğunu gördüler. Bunu, mümkün olduğunun ve dünyanın değişmekte olduğunun en iyi işareti olarak gördüler. Bunun etkileri hem Rusya ile petrol üretimi açısından hem de Çin ile olan bağları açısından gelişmesi olmuştur. Bu, Amerika ile ilişkilerin kesileceği anlamına gelmez. Bu sadece ortaya çıkmaya başlayan çok kutupluluktan yararlanma meselesi. Tüm taraflarla var olan bağları yeni formatta sürdürerek değerli güçlerle ilişkiler kurmayı esas alıyordu. Bunda da başarılı olduğunu görüyoruz.”
‘Suudiler, Sünni İslam’ın temsilcileri olarak kültürel ve siyasi ölçeklere sahipler’
Suudilerin Sünni İslam’ın temsilcisi olarak tüm Arap dünyasındaki konumuna değinen Ashnas, Riyad’ın bu yükü kullanarak sonuca ulaştığının altını çizdi:
“Suudi Arabistan’ın ekonomik gücünün yanı sıra kültürel ve siyasi bir avantajı da var. Suudiler, İslam ülkeleri arasında değerli bir konuma sahiptir. Sünni İslam’ın temsilcisi. Bu özellik kültürel olarak da birçok Arap ülkesinde yayılmıştır. Hem ekonomik hem de kültürel çıkarlarına dayalı siyasi bir yükü vardır. Arap Birliği’nin sürüklenmesi konumunda. Suriye’nin Arap Ligi’ndeki koltuğuna dönüşü ancak Suudilerin inisiyatifiyle gelişebilir. Geçen yıl Cezayir bunun için çok çalışmıştı. BAE yıllardır bununla uğraşıyor. Rusya bu konuda tüm Arap ülkeleriyle temas halindeydi. Bir anlamda bu ancak Suudilerin istediği zamanda olabilirdi. Böyle bir yükü var.”
ABD yeni bir güvenlik sistemi istiyor. Suudi Arabistan bunun onsuz olmayacağını biliyor.
Ashnas, ABD’nin Orta Doğu’yu Çin’e karşı ‘güvenlik altına almak’ için yeniden konumlandığı görüşünde. İsrail’i koruyacak bir güvenlik sistemi oluşturma kaygısı olduğunu belirten Ashnas, bunun için Riyad’a ihtiyaç olduğunun altını çizdi:
“Amerika’nın Orta Doğu’da Çin’e karşı duruşunu daha çok burayı güvence altına almak için yeniden konumlandırma olarak görüyorum. ABD, İsrail’in varlığını ve güvenliğini sağlayabilecek bir güvenlik sistemi oluşturmak için mücadele ediyor. Burada olmazsa olmazların en büyüğü Suudi Arabistan. Semavi antlaşmalar Amerika ve İsrail’e belli bir başarı getirdi. Suriye ve Lübnan’da rastgele bir gelişme yok ama diğer Arap ülkeleriyle temaslar kurmak, barış demeyelim ama normalleşme anlaşmalarının imzalanması değerli bir gelişme. Burada halklar arasında meşruiyeti sağlamak için Suudi Arabistan’a ihtiyaçları vardı. Suudi Arabistan’ın kültürel özellikleri ve siyasi liderliği tüm Arap ülkelerinde bunu gerekli kılmaktadır. Bunu onsuz yapmak mümkün değil. Suudiler de bunu biliyor.”
“Suudilerin liderliğini ve meşruiyetini güvence altına alan bir pozisyondan geri adım atması mümkün değil”
Ashnas’a göre İbrahim anlaşmalarıyla kesin bir başarı sağlansa da İsrail’i de içerecek yeni model için Suudilerle anlaşma yapmak çok zor. Ashnas, Riyad’ın ABD’den nükleer teknolojiye ek olarak gelişmiş silahlar talep ettiğini belirtti. Filistin sorununun raftan kaldırılmasını gerektirecek koşullara da değindi:
“Bunun gerçekleşmesinin çok zor olduğunu düşünüyorum. Suudiler Amerika’ya normalleşme için bazı şartlar öne sürüyorlar. Barışçıl nükleer gelişmeyi sağlamak ve Amerika’nın bunu güçlendirmesi bunlardan biri. Amerika’nın en gelişmiş silahlarına erişimi olan bir obur. Burada bir sorun var. İsrail, BAE ile anlaşma imzalamasına rağmen Amerika’nın BAE’ye bazı silah ve uçak vermesini engellemeye çalıştı. İsrail’in Suudi Arabistan ile bir barış anlaşması imzaladığını varsayalım. Ancak yarın orada bir değişiklikte o psikoloji ve o silahlarla ülke yönetimi ne yapacağını bilemiyor. Bu yüzden İsrail mümkün olduğunca orada taviz vermemeye çalışıyor. Gücünü Amerika içinde kullanıyor. Burada bir aksaklık olacak. En büyük engel Filistin’dir. Mevcut İsrail yönetimi ile daha önce Oslo’da olduğu gibi herhangi bir Arap ülkesini kandıracak bir ilerleme kaydetmek bile mümkün değil. Bir şekilde, Filistin meselesi kesinlikle raftan kalkacak. Suudi Arabistan ve İsrail’i normalleştirecek düzeye getirip getiremeyeceği ayrı konu. Bence bu pek mümkün değil. Suudi Arabistan halkını pek düşünmüyor. Suudilerin liderliğini ve meşruiyetini güvence altına alan bir konumdan çok geri adım atması mümkün değil.”
‘Suudilerin diğer Arap ülkelerini ikna etmesi gerekiyor ve bu pek mümkün değil’
Riyad’ın İsrail’le normalleşmeyi de içeren 2002 barış planına da değinen Ashnas, bugün köprülerin altından çok suların aktığını ve İsrail’in Filistinli Arapların yaşadığı topraklarda devlet kurma şartlarını kaldırdığını hatırlattı. Ashnas, Suudilerin geri adım atmak isteseler bile Arap dünyasındaki liderliğini göz önünde bulundurarak hareket etmeleri gerektiğinin altını çizdi:
“2002’de Suudi Arabistan, İsrail ile normalleşme için geri adım atma kurallarını içeren bir orta barış planı yaptı. 2002’de Arap Ligi’nin zirvesine kabul ettirdi. Şartlara baktığınız zaman İsrail’in işgal altındaki Suriye’den yani Golan ve Lübnan topraklarından çekilmesi söz konusuydu. Aralık 1948’de BM genel kurulunun 194 sayılı kararı uyarınca Filistinli mültecilere adalet sözünün ulaştırılması dillere destan oldu. 1967’de işgal edilen Filistin topraklarında belki de en değerli ve nihai mesele, başkenti Doğu Kudüs olan, egemen ve bağımsız bir Filistin devleti kurmaktır. Bu alanda herhangi bir koşul yoktur. Köprünün altından çok sular aktı diyebiliriz. İsrail 2002’de Batı Şeria’yı Gruyere peynirine çevirdi. Yerleşimci sayısının 5 katı. Artık isteseniz de bağımsız bir devlet kuramazsınız. Bunun Filistin’de mümkün olduğunu düşünmüyorum. Suudilerin geri adım atacağı bir noktaya getirilebilir mi çok şüpheli. Bu sadece Suudi Arabistan’ı bağlayan bir karar değil. Karar verebilir ama Arap dünyasında ihtiyaç duyduğu liderliği kaybedebilir. Suriye, Suriye ve Lübnan’ı da ilgilendirdiği için Lübnan’dan çekilmesini istiyor. Filistinli mülteciler meselesi Ürdün, Suriye ve Lübnan’ı da ilgilendiriyor. Burada Suudilerin sadece geri adım atması yeterli değil. Suudilerin diğer Arap ülkelerini de ikna etmesi gerekiyor ve bu pek mümkün değil.”
‘Nükleer teknoloji muhtemelen Rusya’dan, onay için ABD’ye ihtiyaçları var’
Ashnas, Riyad’ın ABD ile nükleer pazarlığının daha fazla onaya tabi olacağını ve bu teknolojinin ABD’den değil Rusya gibi ülkelerden alınacağını da ifade etti:
Muhtemelen nükleer teknolojiyi Amerika’dan değil Rusya’dan alacaklar. Orada olan şey daha fazla onay almak, politik noktaya gelmek. Böylece İsrail’in Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve diğer platformlarda baskı ve tacizine maruz kalmamak. Bu programı geliştirebilmek için böyle bir şeye ihtiyacı var. Muhtemelen teknolojiyi Rusya ve Çin gibi diğer ülkelerden alacak.”
haberakseki.xyz